Marmaris Rodos Karpathos Armathia Girit
2 haftalık zor bir rotadır. Uzun bacakları olması yüzünden mil yazmak isteyen, açık denizde gece gündüz seyir yapmayı tercih edenlerin bir rotasıdır. Ödülü ise 4 güzel Yunan adası ve Giriti gezmektir. Rüzgar ve hava durumuna gore değişebilmesine ragmen genellikle uğranılan yerler:
Girit Adası hemen hemen hiçbir ada gibi tarihin milattan önceki zamanlarından başlayarak bugüne kadar olan türlü devirlerinde bir çok fetihlerin hırslı bakışlarını üzerine çekmiştir. Hiç şüphe yok ki bu keyfiyet onun Avrupa, Asya ve Afrika gibi dünyanın üç eski kara parçası arasında uzanmış olan Akdeniz'deki coğrafi durumdan ileri gelmektedir.
Girit Akdeniz'in Kıbrıs'tan sonra en büyük adasıdır. Batı dillerinde "Krete, Creta, Crete" şeklinde yazılan ve Arapların "ikritiyye, Akritiş, ikridiş, ikritiş" adını verdikleri Girit adası Akdeniz'i Ege denizinden ayıran bir konumda olup,8259 km2 büyüklüğündedir. Girit adası Akdeniz'den geçen veya Eğe denizine girip çıkan tüm deniz yollarına egemendir.
Batı-doğu istikametinde uzunluğu yaklaşık 260 km. genişliği ise 15-50 km. arasında değişmektedir. Yüzey şekilleri açısından oldukça parçalanmış olan ada, Mora yarımadası ile Anadolu'nun güneyindeki Toros sıradağları arasında bir bağ oluşturmaktadır. En yüksek dağları Ak dağlar "Leuka Ore, Aspra Vauna, Madaras, 2482 m" ve İda'dır. "Psiloritis, 2498 m." Girit adası bilhassa doğu Akdeniz' in kilidi durumunda olup, 25.20 ve 23,31 boylam derecesi ile 34,55 ve 35,41 enlem dereceleri arasındadır.
Girit uygarlığı ya da Minos uygarlığı: Tunç çağında, bugün Yunanistan'a bağlı olan, Ege denizi içindeki Girit Adasında; MÖ. Yaklaşık 3500'lerde doğmuş bir uygarlık. Minos uygarlığı: MÖ.2700 ile 1450 yılları arasında, en parlak dönemlerini yaşadı ve eski gücünü yitirmesinin ardından Girit üzerinde "Miken" kültürü baskınlaşmaya başladı. Girit uygarlığının, tüm dünyada yaygın olarak kullanılan bir adı olan "Minos" terimi: ülkenin mitolojik kralı "Minos"tan esinlenilerek İngiliz arkeologlar tarafından türetilmiş ve daha sonra köklü bir biçimde yerleşmiştir. Ancak: Giritlilerin bu dönemde kendilerini ne olarak adlandırdıkları bilinmemektedir. Eski Mısır kaynaklarında Keftiu, Sami dillerindeki Kaftar ve Suriye'deki Mari kentinde bulunan yazıtlarda Kaptara olarak geçen bir yer adının Girit Adasına ait olduğu sanılmaktadır. Girit uygarlığının dağılmasından sonra, ortaya çıkan "Odysseia destanı"nda, Homeros, Girit'in yerlilerini "Eteokritiki" olarak adlandırmıştır. Bunların, Girit uygarlığının yıkılması ile "Miken" uygarlığının oluşması arasındaki süreçte, önceden adada yaşayan Giritlilerin torunları oldukları sanılmaktadır.
Girit sarayları: adadaki arkeolojik kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkarılmış en önemli, en bilinen yapı türleridir. Bu saraylar, arkeologlar tarafından gün yüzüne çıkarılan pek çok belgenin söylediklerine göre, yönetim işlerinin halledildiği noktalardı. Bugüne dek adada bulunan ve toprak altından çıkartılan her bir sarayın, kendine özel bir özelliği vardır ve hiç biri, birbirine benzememektedir. Ancak, kendilerini diğer yapılardan ayıran ortak özelliklere de sahiptirler. Her bir saray, iç ve dış merdivenler ile ulaşılabilecek çok katlı yapılardır. Sarayları oluşturan öğeler arasında kuyular, çok büyük kolonlar, depo ve kilerler ile geniş avlular da vardır.
Ada, Roma ve Doğu Roma İmparatorluğu egemenliklerinden sonra Arap işgaline uğramış ve 828-961 arasında Abbasiler'e bağlı Hafsiler tarafından yönetilmiştir. 6 Mart 961'de tekrar Doğu Roma egemenliğine girmiştir. Doğu Roma İmparatorluğu'nun çözülme döneminde Venedikliler tarafından ele geçirilmiştir.
Girit, 1645'de I. İbrahim saltanatı döneminde Sünbül Ağa hadisesinin tetiklemesi üzerine başlatılan fetihle Osmanlı idaresine geçmiş, Venedik Cumhuriyeti'nin ada üzerinde 1204'den beri devam eden hakimiyetine böylece son verilmiştir. Adanın hemen hemen tamamı ve bu arada Hanya ve Resmo gibi önemli kentler Osmanlı İmparatorluğu tarafından kolaylıkla fethedilebilmişse de, en büyük merkez olan Kandiye kalesinin alınması 24 yıl sürmüş, 1669'da Fazıl Ahmet Paşa tarafından tamamlanabilmiştir.
Adanın Osmanlı hakimiyetine geçişi ile Venedik Cumhuriyeti 'nin Doğu Akdeniz'de yüzyıllardır süregelen önemli rolü son bulmuştur. Ege Denizi'nde ve Mora'da Venedik hakimiyetinde kalan birkaç küçük ada ve kale de müteakip yıllarda Osmanlı Devleti tarafından alınmıştır. Bu durum, Osmanlı fütuhatı açısından, Fatih Sultan Mehmet zamanından beri teker teker alınan Ege adalarının ve kıyı kalelerinin ve nihayet 1571'de Kıbrıs'ın (yine Venedik'ten) alınmasının mantıklı bir uzantısını teşkil etmiştir.
24 yıllık fetih ve hemen sonrasında, ilki Batı Avrupa medeniyeti açısından, ikincisi de Osmanlı kültür mozayiği bakımından önem arzeden iki ilginç gelişme cereyan etmiştir. Ada halkı 450 yıl süren Venedik yönetimi bünyesinde orijinal bir entelektüel kültür ve zümre yetiştirmiş bulunmaktaydı. Bu oluşumda Girit'in antik çağlardan beri muhafaza ettiği özgün benliğin ve 1453 'den sonra Bizans kültür odaklarının artık tarihe karışmalarının veya köklü bir kimlik değişimi yaşamalarının da etkisi olmuştur. Osmanlı fethi ile birlikte Venedikli Girit kültürel birikimin temsilcilerinden bir kısmı eski idarecileri ile birlikte Batı Avrupa'ya geçmişlerdir. Batı Avrupa 'da aydınlanma çağı ruhunu besleyecek olan bu Giritli aydın şahsiyetler arasında en önemlisi İspanyol resim sanatının temeltaşlarından biri haline gelecek olan El Greco, veya asıl adıyla Domenikos Theotokopulos'tu.
Aynı dönemde bir kısım Giritli de doğuya yöneldi. O dönemde olgunluk çağına ermiş bulunan Osmanlı bürokratik geleneğinin düzenli kayıtlarından takip edilebildiği üzere, fethin hemen ardından Girit yerli halkı arasında bir ihtidâ (İslamiyet'i kabul) süreci yaşandı. Osmanlı'nın Venediğe kıyasla dini inançlara müsamaha ve vergilendirme konularında ada halkı açısından kurtarıcı kimliğine bürünmüş olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Girit'teki 250 yıllık Osmanlı yönetimi altında bu nüfus zaman içinde adaya Türk göçleri ile karıştı. Sonraki yüzyıllarda Girit Türkleri, bir yandan özgün bir kültür geliştirirken, bir yandan da Osmanlı Devleti'ne ve Anadolu'ya geri göçten sonra da Türkiye Cumhuriyeti'ne yönetim, edebiyat, bilim, eğitim alanlarında önemli katkılarda bulundular.
Rodos ve Girit adalarının ortasında, neredeyse Ege'nin en aşağısında bulunan, dağlık ve yabanıl bir ada. Rüzgarların adası olarak biliniyor. 50 km. uzunluğunda ve 10 km. genişliğinde, ince-uzun bir ada. Türkiye ve Yunanistan ana karalarına çok uzakta. Ada; küçük olduğu için, sanayi de yok.
Sonuçta ise: tertemiz bir hava ve deniz, adanın her yanına yayılmış, kaplamış. Sanırım, buraya yolunuz düşerse, göreceğiniz ve yüzeceğiniz denizin temizliğini, dünyanın başka bir yerinde görme şansınız pek yok. Adanın kuzeyi ile güneyi arasında belirgin farklar var. Güney daha düzlükken, kuzey daha dik. Güney çorakken, kuzey ormanlıktır. En önemlisi de, adanın kuzeyinin insanları, bu yalıtılmışlıktan dolayı, farklı fiziksel ve kültürel özelliklere sahipler.
Kasos adası Rodos ve Karpathos arasındadır, Kasos boğazından bir kısım Atlantik suyuda Rodos denizine girer. Ada eliptic şekilde olup Rodos a benzer. Adanın yüzölçümü 49 km2, uzunluğu 17km ve genişliği 6 kmdir. Adanın en yüksek dağı olan Mt. Prionas 550mt dir. Adada tatlu su vardır. Kasosda insan yaşamayan başka adalar (Armathia, Makronisi) vardır. Kasos da 5 köy vardır, Fry (335 kişi), Agia Marina (393), Panagia (17), Poli (78), and Arvanitohori (167) Kasosda turizm pek gelişmemiş olup, kaliteli balıkları, güzel mezeleri ve tursitlere olan misafirperliğiyle bilinir. Antik çağlarda ilk olarak Philistines uygarlığı yerleşmiştir. Turuva savaşlarında gemi gönderidkleri bilinir. Tarihçe olarak Karpathos a paralel gitmiştir. Orta çağlarda Venediklerinin eline geçmiş, daha sonra ise Osmanlılar almıştır. 1824 de Mısırlılar saldırmış ve adanın tamamını yakmışlardır. Kasos her zaman gemicilikte ileri olmuştur, dolayısıyla ticaret gemileri ve korsanlık geçim kaynağı olmuştur.
1920′li yıllarda modernleşen Rodos Adası'nın tarihi milattan önce 5. yüzyıla kadar dayanır. Bir süre Bizans ve Roma imparatorluklarının hakimiyetinde olan ada 15. yüzyılda ST.Jean şövalyelerinin yaşadığı bir şehir haline gelmiştir.
Gerek stratejik konumu, gerekse sahip olduğu kültürel mirasları ile dünyanın 7 harikasından biri olan Rodos Heykeli, adayı ziyaret eden tatilcilerin en uğrak yeri. Yunanistan'a bağlı 12 adanın en büyüğüdür Rodos, UNESCO tarafından "kültürel miras" olarak koruma altına alınmış. St. John şövalyelerinin izlerini taşıyan tarihi kıyıların güzelliğinde fotoğraf çekmek sizin için bir tutku haline dönüşecek.
Adayla ilgili pek çok efsane vardır. En inanılanı ise; Rodos'un tanrılar tarafından denizin dibinden çıkarıldığıdır. Yunan mitolojisinde güneşi temsil eden Helen Tanrısının adanın koruyucusu olduğuna inanılır. Rodos'ta tatil adına arayabileceğiniz her şeyi bulabilirsiniz. Rodos seyahatinizde gezebileceğiniz pek çok yer var. Dar sokakların içerisindeki evlerin yanı sıra Apollon Tapınağı, Mandraki Limanı ve Antik Tiyatro mutlaka görülmesi gereken yerlerden... St. John şövalyelerinin izlerini taşıyan caddeler, kiliseler, saraylar ve Türk adını taşıyan camiler görülmeye değer yapılar.
Rodos'a uzaktan baktığınızda şehrin ikiye ayrıldığını göreceksiniz. Eski ve Yeni olmak üzere ikiye ayrılan şehrin, Eski adı verilen kısmı ziyaretçilerin en çok dikkatini çeken bölümdür.Eski Şehir, Ortaçağa ait 6 kapıdan oluşan bir kalenin içine kurulmuş bir şehir. Yüzyıllar önce yaşanmış olaylar, atlı şövalyelerin gezdiği dar sokaklar, kalenin mistik havası ve içerisinde bulunan yapıları ile ilgi çekiyor.